16 Ekim 2015 Cuma

Çevreye Verdiğim Rahatsızlıktan Dolayı Özür Dilerim


Bu yazının ilham kaynağı fikirlerine çok güvendiğim ve sevdiğim bir arkadaşım. Kendisiyle sık sık mailleşiriz, dertleşiriz. Hayatlarımızda olup bitenlerden, işten güçten, siyasetten, edebiyattan bahsederiz. (Tamam kabul ediyorum, arada bir dedikodu da yaparız.) Geçen haftalarda yazdığım yazılarda kendimi ve işimi fazlaca ön plana çıkardığımı, yaptığım bir çeviri eleştirisini fazla sert bulduğunu, hatta kendisini fırça yiyormuş gibi hissettiğini yazdı bugün. "Ne gerek vardı o kadar detay vermene?" dedi. 

Önce gözlerime inanamadım, satırları tekrar okudum. Derdimi anlatmak için uzun uzun cevap yazdım kendisine. Ama şaşırdım ve üzüldüm. İnsanın yanlış anlaşılmasının bu kadar kolay olması korkuttu beni. Bu yorumu yapan beni tanıyan bir arkadaşımdı. Peki ya tanımayanlar? Kim bilir onlar neler düşünüyorlardır... 

Efendim, bu blogda da defalarca yazdım; beni tanıyanlar da sanıyorum aksini iddia edemezler. Ben yaptıklarını insanların gözüne sokmaktan nefret eden, damarına basılmadığı sürece herkese iyi davranmaya, farklı fikirlere saygı duymaya, ön yargılarından arınmaya çalışan alçak gönüllü bir insanım. (Bakın satır arasında yine kendimi övdüm, gördünüz mü!:) Şaka bir yana, "insan"lardan yıldığım için istifayı basıp kitaplara sığınan biriyim. 

Zaten son derece izole bir şekilde, kedimden başka kimseyi görmeden çalışıyorum. Yaptıklarımı da paylaşmazsam kimsenin haberi olmayacak. Neyse ki "İmdat" deyince yardıma koşan sanal ofis arkadaşlarım var. Gerçek hayatta da görüşüyoruz, yardımlaşıyoruz, fikir alışverişinde bulunuyoruz, birbirimize destek oluyoruz. İyi ki varsınız kızlar! Reklam almamak için isim vermiyorum; onlar kendilerini biliyorlar zaten.

Şimdi... Geçen haftalarda uzun süredir dokun(a)madığım bloguma 3 yazı ekledim. Bunlardan bir tanesi çevirdiğim kitapların özetlerini içeren bir yazıydı. Bir tanesi de bir çeviri eleştirisiydi. Okuduğum bir romanda es geçilemeyecek kadar çok hata saptayınca, yayınevini de haberdar etmek için yazdım o yazıyı. Okuyanlar hatırlar. Amacımın kendimi övmek olmadığını en baştan söyledim. Kuru kuru söylenmiş olmamak için de eleştirimi somut örneklerle destekledim. Meğer ne çok tepki çekmişim de haberim yokmuş:) Duruma en makul biçimde yaklaşan, genel yayın yönetmeni oldu. Metni tekrar inceleyeceklerini bildirip teşekkür etti. Demek ki yazım amacına ulaştı. Kendisine olgunluğu ve profesyonelliği için tekrar teşekkür ediyorum.

Okuyanları teknik detaylarla sıktıysam, "Ben bundan daha iyisini yaparım" algısı oluşturduysam (ki sanmıyorum) affola. Endişe etmeyiniz, daha fazla görüntü kirliliği yaratmaması için yazımı silmeye karar verdim. Kendimi istemeden de olsa sosyal bir deney yapmış gibi hissediyorum ama. Zaten ezelden beri böyledir benim şansım. Herkes lisede rengarenk kazaklar giyerdi, ben bir ton açık bir şey giydiğimde, "Sana hiç yakışıyor mu?" derlerdi. Bir kere saçımı at kuyruğu yapmadım, yarım topladım, yine göze battım. Aynı hesap, ortalık benimkinden çok daha sert çeviri eleştirileriyle kaynıyor ama ben her zamanki gibi göze batıyorum. Bugün bir kez daha anladım ki, bu hayat bana "cici kız" rolünü biçmiş. Sınırlarımın azıcık dışına çıkmaya kalktığımda işitiyorum azarı...

Çevirdiklerime gelince... Yazılarımı tarafsız bir gözle tekrar okudum ve kendimi övdüğümü düşünmüyorum. Ortada övünülecek bir ürün olduğunda övünmek de yanlış değildir halbuki. Tabii ki en güzeli başkalarının sizi övmesidir. Evet eleştiri yazımı siliyorum ama, kendimi ve yaptıklarımı anlatmaya devam edeceğim. En azından yiyip-içtiklerimi, gezip-tozduğum yerleri, aldığım yeni şeyleri değil, ürettiklerimi paylaşıyorum... 

Çevreye verdiğim geçici rahatsızlıktan dolayı özürlerimi sunar, eylemlerimin süreceğini beyan ederim:)


2 Ekim 2015 Cuma

Biraz abartıyor muyuz ne?

Geçen gün hem kitap çevirisi, hem teknik hem de sözel çeviri yapan çalışkan meslektaşım Özden Özberber'in facebook sayfasında bir yorum okudum. Polemiğe girmemek için bir şey yazmadım, Özden de gereken cevabı verdi. Oysa Özden zor bir kitap çevirmekte olduğu için kendi duvarında içini dökmüştü sadece. Gelen yorum ise şunu ima ediyordu: "Amma da abartıyorsunuz canım. Biz kendi mesleğimizin zorluklarını sayıp döküyor muyuz? Şikâyet ediyor muyuz?"

Bunu okuyunca adrenalinim yükseldi, derin bir nefes aldım ve tarafsız bir biçimde düşünmeye çalıştım. Biz çevirmenler acaba kendimizi çok mu övüyorduk? Yaşadığımız zorlukları herkesin gözüne mi sokuyorduk? Biraz abartıyor muyduk? Hayır. Belki de az bile söylüyoruz. Belki de bu kadar feryat etmemizin nedeni, görünür olma çabamız. Bir yazarın kitabını kendi dilimizde baştan yazdığımız halde, övgüler yağdırılan kişinin sadece yazar olması... Hata yaptığımızda hedef tahtasında sadece bizim olmamız...

Önceki gün bunu düşündüm yine. Bu sabah başka bir meslektaşım, kitap çevirmeni sevgili Zuhal İnal Baycılı başka bir alıntı paylaşmış sayfasında. Hiçbir değişiklik yapmadan paylaşıyorum.

"Sanat şubeleri içinde edebiyat, zihin unsurları en zengin olanıdır. Bunun içindir ki bir milletin diğer milletler edebiyatını kendi dilinde, daha doğrusu kendi idrakinde tekrar etmesi, zeka ve anlama kudretini o eserler nispetinde artırması, canlandırması ve yeniden yaratmasıdır. İşte tercüme faaliyetini, biz, bu bakımdan ehemmiyetli ve medeniyet davamız için müessir bellemekteyiz. Zekasının her cephesini bu türlü eserlerin her türlüsüne tevcih edebilmiş milletlerde düşüncenin en silinmez vasıtası olan yazı ve onun mimarisi demek olan edebiyat, bütün kütlenin ruhuna kadar işleyen ve sinen bir tesire sahiptir. Bu tesirdeki fert ve cemiyet ittisali, zamanda ve mekanda bütün hudutları delip aşacak bir sağlamlık ve yaygınlığı gösterir. Hangi milletin kütüphanesi bu yönden zenginse o millet, medeniyet aleminde daha yüksek bir idrak seviyesinde demektir. Bu itibarla tercüme hareketini sistemli ve dikkatli bir surette idare etmek, Türk irfanının en önemli bir cephesini kuvvetlendirmek, onun gelişmesine, ilerlemesine hizmet etmektir. Bu yolda bilgi ve emeklerini esirgemeyen Türk münevverlerine şükranla duyguluyum. Onların himmetleriye beş sene içinde, hiç değilse devlet eli ile yüz ciltlik, hususi teşebbüslerin gayreti ve gene devletin yardımı ile, onun dört beş misli fazla olmak üzere zengin bir tercüme kütüphanemiz olacaktır. Bilhassa Türk dilinin, bu emeklerden elde edeceği büyük faydayı düşünüp de şimdiden tercüme faaliyetine yakın ilgi ve sevgi duymamak, hiçbir Türk okuru için mümkün olamayacaktır.

23 Haziran 1941
Maarif Vekili
Hasan Ali Yücel"

Hasan Ali Yücel bunları 1941'de söylemiş. Yıl olmuş 2015, biz hâlâ daha çevirinin ne denli önemli bir uğraş olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Evet belki hayat kurtarmıyoruz, atomu parçalamıyoruz ama, farklı dilden ve kültürden insanların birbirlerini anlamasına aracı oluyoruz. Ders çalışırken, yeni bir şeyler öğrenirken ya da kafanızı dağıtmak için okuduğunuz kitapları çeviriyoruz. Hastalandığınızda almak zorunda olduğunuz ilacın okumaya tahammül bile edemediğiniz prospektüsünü çeviriyoruz. Çeviri sayesinde devrimler oluyor, düzenler değişiyor, tabular yıkılıyor, hoşgörümüz artıyor. Rönesans oluyor mesela... Siz bir elimizin yağda, diğerinin balda olduğunu sanıyorsunuz herhalde. Bunca zorluğa rağmen hâlâ çeviriyorsak, sözcüklere âşık olduğumuz içindir. İnsanları sevdiğimiz, onlara yararlı olmak istediğimiz içindir. Çevreye rahatsızlık verdiysek özür dileriz ama susmaya hiç niyetimiz yok... Kalın sağlıcakla.